Bir zamanlar, Anadolu’nun derin vadilerinden birinde, terkedilmiş bir köy vardı. Bu köyün etrafını saran yoğun orman, köylüler arasında “Lanetlenmiş Orman” olarak anılırdı. Köylüler, o ormanın içine girmenin tehlikeli olduğunu, çünkü bir zamanlar orada yaşayanların kaybolduğunu söylüyordu. Fakat kimse bu söylentileri tam olarak doğrulamamıştı. Yine de kimse ormanın derinliklerine cesaret edip gitmeye kalkışmamıştı.
Köyde yaşayan genç bir adam vardı, adı Kemal. Kemal, cesur ve meraklı bir insandı. Her zaman köyün yakınındaki ormanlarda dolaşır, bazen kaybolan hayvanları arar, bazen de gizemli olayı çözmek için eski hikayeleri araştırırdı. Ancak, o lanetli orman hakkında her zaman korkmuştu. Fakat bir gün, köydeki yaşlılardan birinin ölümünden sonra, eski bir harita buldu. Harita, lanetli ormanın derinliklerine kadar uzanıyor, orada kaybolan köylülerden bahsediyordu. Haritada bir “kara nokta” işaretlenmişti. Kemal, bu işaretin, kaybolan köylülerin sırrını çözeceğine inanarak, o gece ormana gitmeye karar verdi.
Akşam olduğunda, Kemal sırtında bir fener ve birkaç yiyecek ile ormanın yolunu tuttu. Ormanın içi kararmaya başlamıştı, ancak Kemal korkusuzca ilerliyordu. Fakat ne kadar ilerlese de, içindeki huzursuzluk duygusu büyüyordu. Ormanın derinliklerinde, bir şeylerin doğru olmadığına dair bir his vardı. Ağaçlar, adeta birbirine daha yakınlaşıyor, yer yer sararmış yapraklar, devasa örümcek ağlarıyla kaplanmıştı.
Kemal, haritadaki kara noktayı bulmak için birkaç saat ilerledi, ama bir türlü doğru yeri bulamıyordu. Sonunda, ormanın derinliklerinde, eski ve terkedilmiş bir evin kalıntılarıyla karşılaştı. Ev, sanki zamanın unuttuğu bir yerdi. Duvarları yosun tutmuş, pencereleri kırılmıştı. Kemal içeri girdi ve hemen bir şey fark etti: Her yer örümcek ağıyla kaplanmıştı. O kadar çok ağ vardı ki, odaların her köşesinde neredeyse yürümek bile imkansız hale gelmişti.
Kemal, bu durumu garip bulsa da, içine düşen korkuya rağmen ilerlemeye devam etti. Birden, odalardan birinde, ince bir hışırtı duydu. Başını kaldırdığında, büyük bir örümceğin ağlarından sarkan devasa bir şekil gördü. Bu, sıradan bir örümcek değildi. O kadar büyüktü ki, vücut hatları bile neredeyse insan büyüklüğündeydi. Gözleri kocaman, siyah ve derindi. Kemal’in içindeki korku, bir anda öylesine yoğunlaştı ki, neredeyse kalbi duracak gibi oldu.
Örümcek, Kemal’e doğru hareket etmeye başladı. Kemal, hiç düşünmeden hızla geri çekildi ama örümcek de onu takip etti. O an, ağların arasından başka hareketler de fark etmeye başladı. Bütün odada dev örümcekler vardı ve her biri Kemal’i gözlüyor gibiydi. Kemal bir anda sanki ormanın lanetiyle yüzleşmişti. Korkusundan ne yapacağını bilemez haldeydi.
Tam kaçmaya çalışırken, odanın bir köşesindeki eski bir sandalye hareket etti ve altından yaşlıca bir adam çıktı. Adamın yüzü morarmış, gözleri sararmıştı. Kemal, adamın bir zamanlar köyün en güçlü kahramanlarından biri olduğunu fark etti. Adam, Kemal’e doğru ağır adımlarla yaklaştı ve sesini duyurdu:
“Buradan kaçmak yok. O örümcek… o örümcek, bu ormanın efendisidir. Ben de bir zamanlar… onun büyüsüne kapıldım. Ama şimdi ben de bir örümcek gibi buradayım. Bu lanet, herkesin ruhunu kendi içine hapseder.”
Kemal, adamın ne demek istediğini anlamıştı. O örümcek, bir zamanlar ormanda kaybolan köylülerin ruhlarını hapseden bir yaratıktı. Her örümcek, bir ruhu yutmuş ve ormanı kendine ait bir labirent haline getirmişti. Kemal, bu lanetin tek çözümünün, örümceği öldürmek olduğunu fark etti.
Adam, Kemal’in gözlerine bakarak devam etti: “Bunu yapabilirsin. Ama unutma, bir ruh kaybolduğunda, yerini başka biri alır. O örümcek… seni de almaya gelecek.”
Kemal, bu karanlık uyarıya aldırmadan, örümceği öldürmeye karar verdi. Etrafındaki örümcek ağlarını keserek ilerledi ve büyük örümceğe yaklaştı. Birkaç saniye içinde, dev örümcekle yüzleşti. Fenerin ışığında, örümceğin korkunç gözleri Kemal’e doğru dönmüş, etrafı kararmıştı. Kemal, bir taş bulup örümceğin üzerine fırlattı. Örümcek, taşla sarsılarak, yere düştü ve bir çığlıkla yok oldu.
Ancak Kemal’in zaferi kısa sürdü. Örümceğin ölümünden sonra, ormanın derinliklerinden bir başka hışırtı duymaya başladı. Ve o hışırtı, yavaşça büyüyerek daha fazla örümceğin ona doğru gelmesini sağladı. O anda, Kemal’in karar vermesi gereken bir şey vardı: Kaçmak ya da lanetle yüzleşmek.
Bir anda, Kemal hızla evden çıkıp ormanın karanlıklarına doğru koştu. Ama ne kadar hızlı koşarsa koşsun, örümceklerin sesleri arkasında onu takip ediyordu.
Ve bir gece, köyde Kemal’in kaybolduğu haberini duyan kimse, ormanın derinliklerine girmedi. Ama ormanın içindeki o lanetli ev, her geçen gün biraz daha büyüyordu.