Bir zamanlar, Anadolu’nun sessiz köylerinden birinde, Gülizar adında genç bir kız yaşardı. Köy, yemyeşil tarlalar, çiçeklerle bezeli evler ve dağların eteklerinde uykusuz geceler geçiren horozlarla doluydu. Gülizar, her sabah güneşin ilk ışıklarıyla uyanır, koyunları güder, tarlada çalışır ve akşamları köydeki yaşlılara yardım ederdi. Güzel yüzü ve nazik kalbiyle herkesin takdirini kazanmış, köyün sevilen kızı olmuştu.
Ancak Gülizar’ın içindeki en büyük arzu, köyün dışında bir hayat yaşamaktı. Her gün aynı rutini takip etmekten sıkılmıştı. O, köyün sınırlarını aşmak, orada hiç görmediği dünyaları keşfetmek, özgür olmak istiyordu. Ama bu hayali, çok geçmeden köyün gelenekleri ve ailesinin baskılarıyla karşı karşıya kalacaktı.
Gülizar’ın babası, köyün en saygın çiftçilerinden biriydi. Annesi ise, yıllar önce kaybolan kız kardeşinin acısıyla, hiç gülmeyen, hep ciddi bir kadındı. Gülizar’ın annesi, köydeki diğer kadınlar gibi, kızının bir gün evlenip, bir aile kurması gerektiğini savunuyordu. Gülizar’a hep, “Bir gün birini bulur, senin için en iyi hayatı kurarım” diyerek, onu bir şekilde evliliğe hazırlıyordu.
Ancak Gülizar’ın gönlünde başka hayaller vardı. Gece olunca, köyün penceresinden dışarı bakar, uzaklarda gözleriyle kaybolan dağlara, ıssız vadilere, ormanların derinliklerine hayal ederdi. Bir gün, köyün dışında bir yerlerde yeni bir hayatın onu beklediğine inanıyordu. Ama bu düşüncelerini kimseye açmamıştı; çünkü köyde herkes, kendi hayatının tek doğru yaşam biçimi olduğunu düşünüyordu.
Bir akşam, Gülizar, köy meydanında yürürken, kasabaya gelen bir yabancı gördü. Adam, şehirli bir beyefendiye benziyordu; elinde bir kitap, göğsünde gümüş bir kolye taşıyor, elbiseleri köydeki sıradan insanlarınkilerden çok daha farklıydı. Adam, köydeki herkese yabancıydı. Gülizar, ondan uzak durmaya çalıştı, ancak o yabancı gözleriyle onu fark etti. Gülizar’ın bakışları, ona bir şeyler anlatıyordu sanki. Adam, Gülizar’a doğru birkaç adım attı.
“Merhaba,” dedi adam, sesi yumuşak ve sakin bir şekilde. “Benim adım Ferit. Sen köylü kızı olmalısın, değil mi?”
Gülizar hafifçe başını eğdi, ama gözlerinde bir parıltı vardı. “Evet, buradayım. Ama siz, bu köyde ne işiniz var?”
Ferit gülümsedi. “Ben bir gezginim. Şehirden geldim, çok uzaklardan. Hedefim bu köyde bir süre kalmak. Bu köyde yaşam nasıl, burası ne kadar güzel.”
Gülizar, ona biraz daha dikkatle bakarak cevap verdi. “Burası sade bir köy. Çalışmak, tarlada yetiştirmek, evde yemek pişirmek… Her şey çok sıradan. Ama bence her köyde bir güzellik vardır.”
Ferit’in gözleri, Gülizar’ın gözlerinde bir huzur bulmuş gibiydi. “Belki de burası bana huzur verir. Şehirde her şey çok karmaşık, insan bir türlü kendini bulamıyor. Ama köylerde, insanlar doğayla, kendi hayatlarıyla barış içindedir.”
Gülizar, Ferit’in söylediklerinden etkilenmişti. Şehir, ona her zaman büyüleyici gelmişti. “Belki de siz haklısınız. Şehirlerde daha fazla fırsat vardır, değil mi?”
Ferit gülümsedi. “Evet, şehirde farklı dünyalar var, fırsatlar var. Ama bazen insan, her şeyin hızlı ve karmaşık olduğu yerde kaybolur. Bazen, huzuru bulmak için terk etmeniz gereken bir şey vardır.”
O gece, Gülizar yatağında mışıl mışıl uyurken, bir düşünce aklına takıldı: Bir gün bu köyden ayrılmak, şehirde bir hayat kurmak… Gerçekten bu mümkün mü?
Ertesi gün, Gülizar, Ferit’in bir süre daha köyde kalacağını öğrendi. O gece köyde bir düğün vardı. Gülizar, düğün için hazırlanırken, içindeki o garip duyguyu fark etti. Bütün gece boyunca Ferit’i izledi. Adam, diğer köylülerle sohbet ederken, Gülizar’a zaman zaman bakıyor, ona bir şeyler fısıldıyordu. Gülizar, hissettiği çekimi fark etti, ama aynı zamanda korku da vardı. Bir yabancı ile bir köylü kızı arasındaki bu çekim, köyün geleneklerine aykırıydı.
Düğün gecesi, Ferit, Gülizar’ı bir kenara çekti. “Gülizar,” dedi, “Biliyorum, senin içindeki özgürlük duygusunu hissediyorum. Senin gibi bir kız, bu köyde sıkışıp kalmamalı. Şehirde senin için yer var, fırsatlar var. Hadi gel, benimle git.”
Gülizar, hayatının belki de en önemli kararını verecekti. Gözleri, geceyi ve dağları izlerken içindeki sessiz korku yerini bir tür özgürlüğe bıraktı. Şehir, belki de onu bekliyordu. Ama köyde bırakacağı her şey, her anı, bir başka hayatın başlangıcıydı.
Gülizar, Ferit’in teklifine, uzun bir sessizlikten sonra cevap verdi: “Belki de haklısınız. Ama ben buradayım. Bir gün gidebilirim, belki de… ama önce kendi içimde bir yolculuk yapmam gerek.”
Ferit, başını sallayarak, “Yolculuğunuz her ne olursa olsun, doğru olanı seçin, Gülizar. Gönlünüzü dinleyin.”
O günden sonra, Gülizar içsel bir huzura kavuştu. Dağlar hala çok uzaktı, ama bir gün gitmek zorunda olacağını biliyordu. O zamana kadar, hayatını kabul etmiş, köydeki işine, ailesine ve köyün sevgisine sarılmıştı. Belki de bir gün şehirde bir yaşamı kurardı, ama o gün, henüz gelmemişti.
Ve Gülizar, her akşam gökyüzüne bakarken, Bir gün diyordu içinden, Bir gün, yeni bir hayat için yola çıkacağım…