Bir zamanlar, Anadolu’nun en yüksek ve en gizemli dağı olan Gökdağ’ın eteklerinde küçük bir köy vardı. Köy halkı, dağla aralarındaki bağı kutsal sayar, dağın zirvesine ulaşanların, yaşamlarında büyük bir değişim yaşayacaklarına inanırlardı. Ancak bir şey vardı: Dağ, insanlara kolayca yaklaşmazdı. Birçok insan, zirveye çıkmaya cesaret etmiş, fakat geri dönememişti. Zira Gökdağ’ın zirvesine giden yollar, karanlık, kayalık ve engebeliydi; bir yanlış adım, ölümle sonuçlanabilirdi.
Köyde, dağa olan bu saygıyı ve korkuyu en çok hissedenlerden biri, genç bir adam olan Yusuf’tu. Yusuf, babasından ve köyün büyüklerinden, dağın büyüsüne dair hikayeler duymuştu. Her zaman dağa çıkmayı hayal ederdi. Ancak kimseye cesaretini gösterememişti. Oğulları dağa çıkar, ama bir türlü geri dönemezdi, diyorlardı. Yusuf ise, bu büyüleyici dağın sırrını öğrenmek için bir gün dağa çıkmayı kafasına koymuştu.
Bir sabah, köydeki yaşlılardan biri, dağın zirvesine çıkmanın gerçekten de büyük bir tehlike olduğunu ve yalnız gitmenin doğru olmayacağını söyledi. Ancak Yusuf, yaşlıların uyarılarını dinlemedi. İlgisini çeken bir başka söylenti vardı: “Dağın zirvesine çıkabilenler, geçmişiyle yüzleşir ve gerçek kimliklerini bulur.” Yusuf, geçmişiyle hesaplaşmayı ve içindeki boşluğu doldurmayı istiyordu.
Ertesi gün, sabahın erken saatlerinde yola koyuldu. Dağın eteklerinden başlamıştı, ama ilerledikçe hava giderek soğumaya, rüzgar sertleşmeye başlamıştı. Havanın bu şekilde kötüleşmesi, Yusuf’u tedirgin etti, fakat adımlarını hızlandırarak yoluna devam etti. Yüksek kayalıkları geçtikçe, her adımda zorlanıyor, her taşın üzerine tırmanırken yavaşça yorgun düşüyordu. Gökdağ’ın zirvesi, ona sanki her geçen dakika daha uzaklaşıyormuş gibi göründü. Ama bir şey vardı, dağda bir çekicilik… Bir tür gizemli güç, onu bir şekilde çekiyordu.
Gün ilerledikçe, dağın zirvesine daha da yaklaşırken, aniden bir ses duydu. Başını çevirdiğinde, karşısında eski bir adam gördü. Adam, donmuş yüzüyle Yusuf’a bakıyordu. Gözleri, sanki uzun yıllar boyunca hiçbir ışık görmemiş gibiydi. Adam, yavaşça Yusuf’a doğru yaklaştı ve:
“Burada ne işin var, evlat?” diye sordu, sesi derindi.
Yusuf biraz şaşkınlıkla cevap verdi: “Zirveye gitmek istiyorum. Geçmişimi ve kimliğimi bulmak için… Bunu yapmak zorundayım.”
Yaşlı adam, başını hafifçe eğdi ve gözleri, kararmış dağ eteklerine bakarak konuştu: “Zirveye çıkanların birçoğu, bir şey kaybeder. Kaybettikleri, sadece kendilerini değil, her şeyi olabilir. O yüzden bu dağ, yalnızca cesurlara, değil, doğru kişilere yol gösterir. Eğer doğru değilsen, zirveye ulaşman imkansızdır.”
Yusuf, yaşlı adamın sözlerini anlamasa da, içindeki bir his onu daha da cesaretlendirdi. Adamın söyledikleri, ona engel olmak yerine, daha da güçlü hissettirdi. Ona teşekkür edip, yoluna devam etti.
Günler geçtikçe, dağın zirvesine yaklaşırken hava daha da sertleşti. Yusuf, karın ve rüzgarın içinde ilerlerken, bir noktada bir uçuruma geldi. Burası, gerçekten çok tehlikeli bir yerdi. Havanın soğukluğu, vücudunu donduruyor, karın içinden geçmek gittikçe zorlaşıyordu. Ama Yusuf, bir şekilde bu engeli aşmaya karar verdi. Karşısındaki büyük kayayı aşarak, zirveye doğru adım attı. Adımları, bir umut gibi, sıklaşan rüzgarla birlikte uğuldayan seslere karışıyordu.
Bir an, her şey sessizleşti. Yusuf, zirveye ulaştığında, birden her şey kararmıştı. Ama o karanlıkta bir şey vardı. Gözleri, uzaklarda bir ışık gördü. Işığa doğru ilerlediğinde, geçmişiyle ilgili bir şeyler hissetmeye başladı. O ışığın içinde, küçük bir çocuğun gülümseyen yüzünü gördü. Hemen ardından, annesinin yüzü belirdi. Yusuf, birden geçmişinde kaybettiği her şeyin görüntülerini izlemeye başladı. Ailesinin, sevdiklerinin hayaletleri gibi gözleri önünde belirdi.
O ışık, birden çok güçlü bir parıltıya dönüştü. O an, Yusuf içsel bir gerçekle yüzleşti: Geçmişi, kaybolmuş değildi. Onu kaybetmişti, ama geçmişiyle barışması gerekiyordu. O karanlık dağ, ona geçmişindeki acıyı ve kayıpları kabul etmeyi öğretmişti. O an, zirveye ulaşmanın ne anlama geldiğini fark etti. Bu, sadece fiziksel bir yolculuk değil, ruhsal bir yolculuktu.
Gökdağ, geriye dönüp bakıldığında bir sessizlik ve huzurla kaplıydı. Yusuf, dağın zirvesinde yalnız başına, ama bir o kadar da tamamlanmış hissediyordu. Dağ, ona kaybolan parçalarını geri vermişti. Fakat dağ, her şeyin olduğu gibi, her insanın yolculuğunun bir parçasıydı. İnsanlar kaybolabilir, ama dağ, onları bulmalarına yardımcı olacak bir yol göstericiydi.
Yusuf, sonunda köyüne geri döndü. Artık geçmişin gölgelerinden kurtulmuş, dağların huzurunu içinde taşıyan bir adam olarak döndü. Dağ ise, her zaman olduğu gibi, sessizliğini koruyarak, uzaklardan ona bakıyordu.