Bir zamanlar, eski şehrin taş sokaklarında, insanların ayak izleriyle kararmış kaldırımlarında bir köpek yaşardı. Adı Karabas‘tı. Siyah ve kahverenginin karışımı tüyleri, uzun yılların verdiği yorgunlukla dağılmış, gözlerinde bir hüzün barındırırdı. Her gün sokaklarda gezinir, köşe başlarında, çöp kutularında, terkedilmiş evlerin önünde yiyecek arardı.
Karabas, bir zamanlar bir evde yaşamıştı. Küçük bir kız çocuğu vardı, her sabah onu sevimliliğiyle uyandırır, sabah kahvaltısını birlikte yerlerdi. Ama zamanla işler değişti. Kız büyüdü, ailesi taşındı ve Karabas bir sabah yalnız kaldı. İlk başta, sokağa adım attığında korkmuştu, fakat zamanla bu yeni dünya ona alışmıştı. Zaten yaşamış olduğu ev, sıcaklık, sevgi dolu yuvadan çok farklıydı. Sokak, biraz daha soğuk, biraz daha sertti ama Karabas buna da dayanmayı öğrenmişti.
Her sokak köpeği gibi, o da bir şekilde kendini korumayı, yalnızlığına alışmayı öğrenmişti. Ancak bazen gözleri, eski evinin penceresine bakarak, o yılları özlerdi. Her köşe başı, her eski bina ona hatıralarını hatırlatır, bazen rüzgarın içinde eski günlerin kokusunu alırdı.
Bir gün, Karabas alışık olduğu bir köşe başında yiyecek ararken, tanımadığı bir adamın elinde ekmek parçasıyla karşılaştı. Adam, Karabas’a bakarak gülümsedi. Gözlerinde, geçmişte terkedilmiş bir dostun duygusunu hissedebiliyordu. O gülümseme, Karabas için bir anlam taşımıyordu belki de; çünkü o, uzun zaman önce insanların ne olduğunu unutmuştu. Ama yine de o gülümseme, bir şeyleri hatırlatıyordu. O eski sıcaklıkları.
Adam ekmeği yere bıraktı, Karabas tedirgin bir şekilde baksa da, karnı ona “yiyebilirsin” diye fısıldıyordu. Bir yudum ekmek aldı, sonra yavaşça başını kaldırıp adamın gözlerine baktı. O gözlerde hiçbir kötülük yoktu. Bir an için, o sıcaklığı, o eski yuvasını hatırladı. Ama o eski zamanlardan geriye sadece bir iz kalmıştı.
Bir hafta sonra, Karabas yine aynı köşe başında oturuyordu. Aynı adam tekrar geldi. Ama bu sefer yanına bir tas su ve bir parça et de getirmişti. Karabas önce adama, sonra tasına bakarak şaşkınlıkla gözlerini araladı. Adam, her zaman olduğu gibi, sadece gülümsedi.
Zamanla Karabas, her gün o köşe başında adamı beklemeye başladı. Adama alıştı, ama sokaklar, onu özgür kılan dünyaydı. O, sokak köpeği olmaktan başka bir şey olamazdı. Her ne kadar bu küçük sevgi, ona geçmişin kırık dökük hatıralarını hatırlatıyor olsa da, özgürlüğü ve yalnızlığın huzurunu sevdi.
Günler geçtikçe, Karabas’ın hikayesi şehre yayılmaya başladı. O, bir zamanlar terkedilmiş, yalnız ve kırık kalmış bir köpekken, şimdi küçük bir kısım insanın kalbinde, güvenin ve sadakatin simgesi haline gelmişti. Her sokak köpeği gibi, o da yalnız bir dünyada var olmaya devam etti, ancak bu kez bir farkla: Bazen bir parça ekmek, bir tas su, belki de bir gülümseme, yalnızlığını biraz olsun hafifletiyordu.
Ve Karabas, eski günlerin hayalini kaybetmeden, her gün aynı köşe başında adamı beklemeye devam etti. Çünkü o artık yalnız değildi; sokakta bir dost, bir yoldaş vardı.