Bir zamanlar uzak bir diyarda, Berrak Gölü adında masalsı bir göl vardı. Herkes gölde yüzerken, suyun güzelliği ve huzuru insanları adeta büyülerdi. Gölün suları öylesine berraktı ki, içine bakınca geçmişin, şimdinin ve geleceğin yansımalarını görmek mümkündü. Ancak gölün en büyük sırrı, suyun içinde yaşayan bir ruhtu. Bu ruh, Sular Kadını olarak biliniyordu ve çok az kişi onu görmüş, fakat her zaman var olduğunu hissetmişti.
Sular Kadını, suyun derinliklerinden gelirdi, ancak gölde yaşayan herkesin bir parçası gibi hissedilirdi. Onun görevi, sadece suyu korumak değil, aynı zamanda insanların ruhlarına dokunmak, onları kendi içsel dünyalarına çağırmaktı. Su, nehrin üstünden geçip göle ulaşan her damla, bir insanın kalbindeki en gizli duyguyu taşıyordu.
Bir gün, Eda adında bir genç kız, gölün kenarına gelir. Zamanla kendisini kaybolmuş hisseder, kalbindeki boşluk büyür. Eda, hayatının anlamını arayan, dünyadan ve insanlardan uzaklaşmak isteyen biriydi. Her şey ona yabancı, her şey ona karmaşık geliyordu. Anlamsız bir yalnızlık içinde, günlerini geçirmeye başlar.
Bir akşam, gölün kenarındaki eski taş köprüde otururken, suyun derinliklerinden bir ses duyar. İlk başta korkar, ancak sonra sesin huzur veren, sakinleştirici bir çağrı olduğunu fark eder. Su, onu kendine çekmektedir.
Eda, suyun içine doğru adım atar ve birdenbire suyun derinliklerine çekildiğini hisseder. Suyun içi, ona ait bir dünya gibidir. Her şey farklıdır, ama bir o kadar da tanıdık gelir. İşte tam o anda, Sular Kadını ortaya çıkar.
Sular Kadını, Eda’ya dönerek, “Beni arayan herkesin, kalbinin derinliklerinde sakladığı bir sırrı vardır.” der. Eda şaşkınlıkla bakar, ama Kadın devam eder: “Senin sırrın da içindeki yalnızlık. İnsanlar senin ruhunu anlayamayacak gibi görünebilir, ama sen de onları anlamazsın. Sadece su gibi ol. Akışına bırak her şeyi.”
Eda, başını sallayarak, suyun içinde derin bir nefes alır. Su, ona o kadar huzur verir ki, içindeki korkular ve yalnızlık kaybolmaya başlar. Zamanla su, ona sadece fiziksel bir yolculuk değil, aynı zamanda ruhsal bir keşif yapma imkânı sunar. Gölün derinliklerine indikçe, kendisiyle yüzleşir ve içindeki karanlık duyguları suya bırakır.
Sular Kadını ona şöyle der: “Su, her şeyi kabul eder. Bütün kirleri, bütün derinlikleri… Ama sonunda su hep berrak kalır. Sen de öyle olmalısın. İçindeki tüm acıları ve hüzünleri bırak. Onları kabul et ve yenilen. Su her zaman akmaya devam eder. Sen de hayatını akışına bırak, Eda.”
Eda, bir süre daha suyun içinde kalır, sonra yüzeye çıkar. Artık eski yalnız kız değildir. İçindeki yüklerin çoğunu suya bırakmış ve ruhu hafiflemiş bir şekilde geri döner. Gölün suyu, bir kez daha berraklaşır ve Eda, hayatın gerçek anlamını bulmuş olarak kıyıya doğru yürür.
Masalın Sonu:
Eda, bir zamanlar kaybolmuş ve yalnız hissettiği dünyaya geri dönerken, artık su gibi akışa bırakmayı öğrenmiş bir insan olarak yaşamına devam eder. Sular Kadını, her zaman gölün derinliklerinde var olur, ama Eda’nın içinde artık her şey çok daha net ve berraktır. Her zaman bir akış vardır, her zaman bir denge ve her zaman yeniden doğuş şansı.
Su Masalında su, yalnızca bir öğe değil, aynı zamanda bir arınma, yeniden doğuş ve kabullenme sembolüdür. Tıpkı hayat gibi, bazen hırçın, bazen sakin, ama her zaman akmaya devam eden bir varlıktır.