Bir zamanlar, Anadolu’nun uçsuz bucaksız topraklarında, yüksek dağların ardında, küçük bir köy vardı. Bu köy, yalnızca çok uzaklardan gelen yabancılar tarafından bilinirdi. Köyün halkı, tarımla geçinir, sabahları tarlada çalışırken, akşamları ise huzurlu bir şekilde köy meydanında sohbet ederdi. Ama köyün etrafındaki dağlarda, eski bir inanç yaşardı. Bu dağların zirvesinde, halkın saygı gösterdiği ve “Yatır” olarak bilinen bir tür kutsal yer vardı.
Yatır, köyün en yaşlılarından birinin, büyük annesinin anlatıklarına göre, bir zamanlar gökyüzünden inen bir dervişin, bir dağın tepe noktasında yalnız bir şekilde dua etmeye başlamasıyla ortaya çıkmıştı. O derviş, zamanla halk tarafından kutsal kabul edilmiş, her türlü sıkıntıda ona dua edilmişti. Yatır, aynı zamanda bir tür koruyucu kabul edilir, köyün her türlü beladan korunmasını sağladığına inanılırdı. Ama kimse, Yatır’a ne zaman, neden ve nasıl dua edilmesi gerektiğini tam olarak bilmezdi. Bu, bir tür gizem olarak halk arasında yaşamaya devam etmişti.
Bir gün, köyün gençlerinden biri, adı Ali olan bir delikanlı, Yatır’ın sırrını çözmek için yola çıkmaya karar verdi. Ali, çok meraklı biriydi. Köyün işlerinden sıkılmış, her gün aynı işleri yapmaktan yorulmuştu. Yatır’a olan ilgi de zamanla ona büyülü bir çekim gibi gelmeye başlamıştı. Yatır’a tırmanıp, orada ne olup bittiğini keşfetmek istiyordu.
Bir sabah, kahvaltısını yapıp tarlada çalışmak zorunda kalmadan, sırtına eski bir sırt çantası atarak dağa doğru yola çıktı. Köydeki kimse ona eşlik etmek istemedi çünkü Yatır’a tırmanmak çok zordu. Ancak Ali, bu yolu bir şekilde aşacağına emindi. Yola koyulduğu ilk anlarda, etrafındaki doğanın sessizliği, ona huzur veriyordu. Yavaşça, dağların eteklerinden yukarı doğru çıkarken, yanına rüzgarın getirdiği serin hava, her adımda içini rahatlatıyordu.
Fakat dağlara tırmandıkça, yol giderek daha da zorlu hale geldi. Taşlar keskin, toprak kaygan, rüzgar ise gittikçe şiddetleniyordu. Ali, ne kadar yorgun olursa olsun, kararlılığını korudu. Bir şekilde Yatır’a ulaşmak istiyordu.
Bir gece, Yatır’a yaklaşırken, Ali yorulmuş ve bir kaya parçasının yanına oturmuştu. O sırada, garip bir şey fark etti. Uzakta, Yatır’a doğru bir ışık süzüldü. Burası gece olmasına rağmen, bir parıltı vardı. Ali, o ışığa doğru adım attı. Işığın kaynağına vardığında, orada bir tür taş yapının olduğunu gördü. Yapı, sanki zamanın çok öncesinde yapılmıştı, ama yine de sağlam kalmıştı. O anda bir duygusal yoğunluk içine girdi. Bu taş yapının etrafında bir sessizlik hakimdi.
O an, Yatır’ın gizemini anlamaya başlamıştı. Burada, bu topraklarda, bir tür huzur ve ilahi güç olduğunu hissetti. Ama bir şeyler eksikti. Nehrin kenarında büyüyen ağaçlardan, bir tür fısıldama sesleri geliyordu. Kendisini bir süre bu fısıldamalara bıraktı. Sanki doğa, ona bir şeyler anlatıyordu.
Birden, bir gölge belirdi. Ali, geri çekilerek hızla arkasını döndü. O kadar şaşırmıştı ki, neredeyse korkudan geri adım atacaktı. Ama karşında, başı kapalı, elinde bir tesbih tutan yaşlı bir adam duruyordu. Adam, yavaşça ona doğru yaklaştı.
“Hoş geldin evlat,” dedi yaşlı adam. “Burası, her zaman doğru kalbin ve ruhun girebileceği bir yerdir. Yatır’ı keşfetmeye gelmişsin. Ama bilmelisin ki, buraya gelen yalnızca fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da hazır olmalıdır. Eğer buraya geldiysen, burada kalmaya hazırsın demektir.”
Ali şaşkınlıkla bakarak sordu: “Kim… kimsiniz?”
Yaşlı adam, gülümsedi. “Ben, buranın bekçisiyim. Yatır’ın yıllardır koruduğu ve rehberlik ettiği biriyim. Yatır’a giden yol, sadece bedensel bir yolculuk değildir. Her adımda, ruhunun derinliklerine inmeli ve gerçeği aramalısın.”
Ali, anlamadığını ama bir şeylerin doğru olduğuna inandığını hissediyordu. O yaşlı adamın bakışları, ona ilahi bir güç ve huzur veriyordu. Yaşlı adam, Ali’ye bir taş sundu. “Bunu al, evlat. Burası sadece bir yer değil, bir zaman. Yatır’ın gücü, tüm bu toprakların altındadır. Bu taş, seni doğru yolda tutacaktır. Ama unutma, her yolu seçmek bedel ister.”
Ali, taşın soğukluğunu ellerinde hissederek kabul etti. O an, Yatır’ın sırrı ona biraz daha açıldı. Burada sadece dua edenler değil, aynı zamanda her adımıyla doğruyu ve gerçeği arayanlar vardı. Bu dağ, onlara sadece huzur vermekle kalmaz, aynı zamanda içsel bir yolculuk yapmalarına da olanak tanırdı.
Ali, Yatır’ın gücünden ve taşı aldığı o andan itibaren, geri dönmeye karar verdi. Artık içindeki huzuru ve yolculuğu kabul etmişti. Köyüne dönerken, Yatır’a giden yolunun sadece bir başlangıç olduğunu fark etti. Gerçek yolculuk, bedeninden değil, ruhundan başlıyordu.
Ve o günden sonra, Yatır’a giden her yolculuk, sadece bir dağa tırmanmak değil, insanın içsel huzuru ve doğruyu aradığı bir yolculuk halini aldı.