Karanlık Gece

Bir zamanlar, Anadolu’nun küçük ve izole bir köyünde, bir grup genç arkadaş arasında sıkça anlatılan bir hikaye vardı. Bu hikaye, yıllardır köyün dışındaki ormanın derinliklerinde, terkedilmiş bir evde yaşanan garip olayları konu alıyordu. Kimse o eve yaklaşmaya cesaret edemediği için bu hikaye, zamanla daha da efsaneleşmişti.

Gençlerden biri, adı Mehmet olan bir genç, bu hikayeye fazlasıyla ilgi duymaya başlamıştı. Arkadaşları ona bu tür şeylere inanmayı bırakmasını, ormanın karanlıklarına girmemesi gerektiğini söyleseler de, Mehmet’in içindeki merak duygusu giderek büyüdü. Sonunda, bir gece, arkadaşlarını dinlemeyip o eve gitmeye karar verdi.

Mehmet, sabah erken saatlerde yola çıktı. Ormanın içinden geçerken, ağaçların arasındaki huzursuz sessizlik, ona bir şeylerin yanlış olduğunu hissettirmişti. Hava, sanki her adımında daha da kararıyordu. Gün batımına yakın, terkedilmiş evin taş duvarları uzaktan görünmeye başladı. Ev, diğer evlerden çok daha eski ve yıkıktı. Kapısı açık, camları kırılmış, tavanı neredeyse tamamen çökmüştü.

Mehmet, tedirgin bir şekilde evin içine girdi. İlk başta, sadece soğuk ve karanlık bir hava vardı. Ancak bir süre sonra, odaların arasındaki derin sessizlikte bir şeylerin hareket ettiğini fark etti. Ayak sesleri, hafif bir hışırtı… Önce dikkate almadı, ama sesler giderek daha belirgin hale gelmeye başladı. Kulakları, her an birinin arkasından gelip yaklaşacakmış gibi hissediyordu.

Birden, evin bir odasından ince bir fısıldama sesi geldi. Mehmet, korkuyla adımını geri çekmek üzereyken, sesin kaynağını gördü. Bir figür, karanlığın içinde belirdi. Önce yüzü net değildi, ama hızla yaklaşınca, gözlerinde derin bir boşluk olduğunu fark etti. O an, Mehmet’in içinde bir korku dalgası uyandı. Figür, üzerinde eski bir elbise giymişti ve her adımında ayaklarının altından kırık taşlar çıkıyordu.

“Kim… kimsin?” diye bağırdı Mehmet, sesi titreyerek.

Figür, sessizce ona doğru yaklaştı. Sonunda, karanlıkta parlayan iki kırmızı göz ve ince, kısık bir sesle cevap verdi:

“Ben, bu evin efendisiyim. Buraya girmemeliydin.”

Mehmet’in kalbi hızla atıyordu. Cevap vermek için ağzını açtığında, figür bir adım daha attı ve aniden tüm oda soğudu. O an, Mehmet’in zihninde bir düşünce belirdi: Bu, bir cin olmalıydı. Çünkü figürün vücut hatları, insan formunda olsa da, etrafındaki hava farklıydı. Her adımında, hava kararıyor, sanki zamanın kendisi bile onun varlığından etkileniyordu.

Mehmet, panik içinde geri çekildi, ancak figür hızla onu takip etti. “Beni bırak!” diye bağırdı Mehmet. “Sadece bir yanlışlık! Sadece merak ettim!”

Ama cin, gülümseyerek yaklaştı. “Merakın bedeli ağır olur. Ve senin gibi cesur bir insan, bir kez bu eve adım attığında, geri dönemezsin.”

O anda, odadaki hava daha da yoğunlaştı. Mehmet, nehrin kenarındaki eski bir efsaneyi hatırladı: “Bir cin, eğer ruhunu alacaksa, korkunun gücüyle seni kontrol eder ve hiçbir şekilde geri dönmene izin vermez.” Ama yine de cesaretini topladı ve koşarak evin kapısına yöneldi.

Ancak kapı, bir anda çelik gibi sağlamlaştı. İçeri giren havadan bir tür enerji yayıldı. Mehmet, çırpınarak kapıyı itmeye çalıştı ama kapı hareket etmiyordu. O anda, cinin soğuk sesi tekrar yankılandı:

“Çıkmak istemezsin. Benimle gel, ve sana gücün ve sonsuz yaşam vereyim.”

Mehmet, kalbi küt küt atarak, ne yapacağını bilemez bir haldeydi. O an bir düşünce geldi aklına. Eğer cin onu burada alırsa, sonsuza dek kaybolacaktır. Ama bu durumda, cinle bir anlaşma yapmanın başka bir yolu olmalıydı. Cin, her zaman bir çıkış yolu sunar, ama bu yol, asla kolay olamazdı.

Bir anda, Mehmet bütün cesaretini toplayıp sesini yükseltti. “Sonsuz yaşamı reddediyorum! Gücü ve karanlığı reddediyorum! Benim ruhum özgürdür!”

Cin, bu meydan okumaya öfkelenmişti. Gözleri daha da kızardı, ancak birden havada bir değişim oldu. Evin duvarları sanki gerilmeye başladı. Cinin varlığı, odanın içinde bir hışırdama sesiyle kayboldu. Kapı açıldı, ve Mehmet, panik içinde dışarı fırladı.

Geride, terkedilmiş evin derin karanlıklarında, bir cinin öfkeli sesi hala yankılandı:

“Bir gün geri geleceksin, Mehmet. O gün, asıl bedelini ödeyeceksin…”

Mehmet, eve bir daha asla yaklaşmadı. Ancak, her gece, karanlıkta o soğuk fısıldamaları duymaya devam etti. O gece, bir şeyin bedelini ödemişti ve ne kadar kaçsa da, o bedel bir gün geri dönecekti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back To Top