Bir zamanlar, Gölge Ormanı’nın derinliklerinde, kimsenin varlığını doğrulayamadığı bir krallık olduğuna dair söylentiler dolaşırdı. Bu krallık, zamanın kendisi tarafından unutulmuş, ama doğanın gücüyle şekillenmişti. Ormana yaklaşan herkes, fısıldayan rüzgarların ve parıldayan yaprakların arasında kaybolur, geri dönemezdi.
Genç bir maceraperest olan Lena, yıllardır bu hikayeleri dinliyordu. Bir gün, cesaretini toplayarak ormanın sınırına geldi. Yanında yalnızca bir pusula, eski bir harita ve büyülü bir fener vardı. Efsaneye göre bu fener, karanlıkta yolunu bulmasına yardım edecekti.
Ormanın içine adım attığı anda her şey değişti. Ağaçlar göğe uzanıyor, yapraklar ay ışığını yansıtarak yıldız gibi parlıyordu. Ancak Lena, bir süre sonra pusulasının dönmeye başladığını fark etti. Kuzey artık kuzey değildi, ve haritası ona yalnızca döngüsel bir yol gösteriyordu. Tam pes etmek üzereyken, önünde eski bir taş kapı belirdi. Üzerinde parlayan bir yazıt vardı:
“Gerçeği görmek isteyenler, önce kendi gölgeleriyle yüzleşmelidir.”
Lena kapıya dokunduğunda, çevresindeki dünya aniden değişti. Şimdi, kendi geçmişinden gelen anılarla dolu bir alandaydı. Hayatındaki en büyük korkuları ve pişmanlıkları yeniden yaşıyordu. Ancak Lena, her bir zorlukla yüzleştikçe kendini daha güçlü hissetti.
Sonunda, ormanın derinliklerindeki krallığın kapıları açıldı. Lena, altınla bezeli şehirde, unutulmuş bir halkın yeniden umutla yeşeren yaşamına tanıklık etti. Artık Gölge Ormanı’nın sırrını bilen biriydi, ama bu sır, yalnızca cesaret ve kendini tanımayı hak edenlere açıktı.
Orman bir kez daha sessizleşti, Lena ise efsanenin bir parçası olarak tarihe geçti.
Yazar: Edebiyatkolik.com Selîmî